ÇOCUKLARDA KAYGI BOZUKLUĞU
Her canlı, organizmayı tehdit eden bir durum karşısında kendisini savunmak için bazı tepkiler verir. İnsanlarda bu tepkiler fiziksel, davranışsal ve duygusal özelliklerdedir. Olası bir tehlike karşısında duygusal olarak verilen tepkilerden birisi de kaygıdır. İnsanı tehlikelere karşı uyanık tutmaya, önlem almaya yarar. Bu anlamda gerekli ve hatta hayati önem taşır. Ancak her kaygı durumu için aynı şeyi söyleyemeyiz. Ortada gerçek ya da yakın bir tehlike yokken, günlük yaşamın akışını olumsuz etkileyecek düzeyde yaşanan yüksek düzeyde kaygılanma durumuna Kaygı (Anksiyete) Bozukluğu diyoruz.
Yetişkin hastalığı olduğu sanılan Kaygı Bozukluğu düşünülenin aksine çocuklarda da çok sık görülür.
Kaygı Bozuklukları gelişme döneminde en sık görülen rahatsızlıklardan biridir ve genellikle 11 yaş civarında ortaya çıkmaktadır. İstatistikler, her 8 çocuktan birinde Kaygı Bozukluğu olduğuna işaret etmektedir.
Çocuklarda kaygı bozukluğunun belirtileri nelerdir?
Çocuklarda görülen kaygı bozukluğunda, yetişkinlerde görülen takıntılı davranışlar, kalp çarpıntısı, terleme, titreme, olumsuz inanç ve düşünceler, kaçınma gibi belirtilerin yanı sıra, hırçınlık, alt ıslatma/dışkı kaçırma, tırnak yeme, karın/mide ağrıları ve bulantı, nedensiz ağlama nöbetleri gibi belirtiler de gözlemlenebilir.
Kaygı Bozukluğu olan çocuk ve ergenler; yoğun korku, gerginlik ve çekingenlik yaşayabilirler, ayrıca kaygıları nedeniyle bazı yerlere gitmekten ya da bazı aktivitelere katılmaktan kaçınabilirler. Kaygı Bozukluklarında yaygın görülen ortak belirtilerden bazıları şunlardır:
- Stresli durum karşısında aşırı rahatsızlık duyma ve ajite hale gelme
- Panik ve korku yaşama, sakin kalamama
- Nefes darlığı hissi
- Ürperme ya da sıcak basması ve uyuşma ya da karıncalanma hissi
- Baş ağrısı ya da karın ağrısı, mide bulantısı
- “Ya şöyle şöyle olursa…” benzeri zihinden kolayca uzaklaştırılamayan ve pek de gerçekçi olmayan düşünceler
- Kaygı yaratan nesne ya da duruma karşı kaçınmacı davranışlar
- Uykuya dalmada ve uyumakta güçlükler
- Başka şeylere odaklanmakta ve dikkatini sürdürmekte zorlanma
- Saatlerce, günlerce ya da haftalarca süren yoğun kaygı hali
- Yoğun kaygı nedeniyle sosyal ilişkilerin ve akademik hayatın olumsuz etkilenmesi
Çocuklarda kaygı bozukluğunun nedenleri nelerdir?
Öncelikle Kaygı Bozukluğu geliştiren çocukların sıklıkla ebeveynlerinde de benzeri bir tablo görülür. Bu durum hem genetik yatkınlık ve hem de sosyal öğrenme ile açıklanabilir. Erken çocukluk döneminde Kaygı Bozukluğu’nun ortaya çıkmasında özellikle yakın aile ilişkileri daha çok etkilidir. Mükemmeliyetçi, cezalandırıcı ya da çocuğuna aşırı olumlu anlamlar yükleyen ebeveynlerin çocuklarında da Kaygı Bozukluğu’na sıklıkla rastlamaktayız. Eğer ebeveynler çocuklarından ideallerindeki mükemmel çocuk gibi davranmasını bekliyorsa, çocuk hata yaptığında ya da yetersiz kaldığında ağır cezalar veriyorsa, çocuğunun kendine özgü yeteneklerini, ilgilerini ve eksiklerini görmezden gelip, kendisi için övülmeye değer özellikleri çocuğuna mal etmeye çalışıyorsa, orada kaygı bozukluğunun ortaya çıkma olasılığı yükselmektedir. Bunun dışında baş edilmesi zor korku ve kaygıya sebep olabilecek olağan dışı olumsuz deneyimler de kaygı bozukluğunun ortaya çıkmasında önemli etkendir. Kaza, kayıp, şiddet gibi deneyimler çocuklarda bu duruma sebep olabilmektedir.
Kaygı Bozukluğu; çocuğun ne hakkında kaygılandığına bakılarak değil, çocuğun kaygısının onun hayatını ne şekilde etkilediğine bakılarak karar verilen bir rahatsızlıktır. Kaygı duyulan içerik “normal” olsa da yoğun kaygı çocuğun sosyal ve akademik hayatını kısıtlıyorsa kaygı bozukluğundan şüphelenilebilir. Kaygı bozukluğunun farklı belirtiler gösteren farklı türleri vardır; fakat hepsinde ortak olan şey mevcut durumla orantılı olmayan, uzun süreli, yoğun kaygıdır.
Bir çocukta bu belirtiler ortaya çıktığında aile bu belirtileri çok iyi gözlemlemeli ve takip etmelidir. Belirtiler düşünsel ve duygusal düzeyde kalıyorsa, yani çocuk sadece olumsuz ihtimaller ve endişeleri üzerine konuşuyor, ancak davranışsal ya da fiziksel olarak başka belirti göstermiyorsa hafif seyreden bir süreç söz konusudur. Bu durumda aile, çocuğa anlayışla yaklaşmalı, söylediklerini –tekrar tekrar da olsa- sabırla dinlemeli, onu anlamaya çalıştığını ifade etmeli, olumsuz düşünce ve duygularının ne kadarının gerçekçi, ne kadarının gerçek dışı olduğunu birlikte değerlendirmelidir. Ancak hiçbir zaman çocuğa “bunlar boş kaygılar, saçmalık” gibi mesajlar verilmemelidir. Anlaşılmadığını ya da önemsenmediğini hissetmek kaygı bozukluğu tablosunu şiddetlendirmektedir.
Eğer çocukta duygu ve düşünce boyutuna ek olarak, çarpıntı, terleme, mide bulantısı, karın ağrısı gibi fiziksel; kaçınma, tırnak yeme, alt ıslatma, hırçınlık gibi davranışsal belirtiler de varsa aile mutlaka bir uzman desteğine başvurmalıdır. Zamanında müdahale edilmeyen psikopatolojiler ergenlik ve yetişkinlik döneminde daha ağır ve karmaşık hastalık tablolarına sebep olabilmektedirler.